Röportaj: Gül Kozacıoğlu
2016
Görsel ve işitsel medyanın yanında fotoğrafı da kullanarak yerleştirme ve performans içerikli sergiler gerçekleştiren sanatçı, zaman ve mekân algısını bir adım öteye taşıyarak kriz, sansür ve ırkçılık gibi konularla çalışmasına rağmen gerçeküstü bir görsel dil oluşturmayı amaçlıyor. 2011’den itibaren Bodrum’daki stüdyosunda Ege Denizi’nden geçmeye çalışan mültecilerden ve onların kaybolan hayatlarından yola çıkarak; yaşam, ölüm ve dönüşüm süreçleri üzerine interaktif ışık ve dans performansları, video yerleştirmeleri üretiyor.
Çalışmalarında genellikle zaman ve devamlılık hali var, bunu biraz açabilir misin?
Zaman ve mekanın esnekliği beni oldukça büyülüyor, ya da en azından yaşamımızdaki anlar boyunca, zamanın ve mekanın değişmezi olmayan, dalgalı halinin yarattığı algılanış biçimleri, hızlanıp ve yavaşlaması, genişleyip ve daralması, uzaklaşması veya kaybolması. Bulma/yaratma girişiminde olan geçişsel metodlardan, görsel, işitsel veya daha fazla durumsal sanat pratiklerinden de etkileniyorum. Süreklilik hem bizim zaman ve mekan algılayışımızla, hem de hatıra veya herhangi bir anı tanımlamamızla ve anıların birbiriyle olan ilişkileriyle ortaya çıkıyor.
Şiirlerin/kelimelerin senin için önemi nedir? Kullandığın araç fotoğraf gibi görünse de, biraz da çalışmanın performatif yönünden bahsedebilir misin?
Çoğu çalışmam kelimeler ile başlıyor. Bir şey dikkatimi çekiyor ve bu düşünce etrafında düşünmeye başladığım zaman, kelimeler, konseptler ve aralarındaki ilişkiler şekillenmeye başlıyor. Şiirler de anlanlandırmada bu sürecin yapısını oluşturuyor. Bunlar benim bir düşünce, bir konu üzerinde kafa patlatma sürecim. Bu serginin/performansın yapısına şekil veriyor. Fotoğraflar çalışmamın bir parçası, en kolay paylaşılabilen parçaları ve bu açıkça görülüyor. Skeç alma sürecimin parçalarıları veya anlatımsal bir formasyonun parçaları veya bir sergi veya performansın son dokümanları.