Röportaj: Juliana Manara
2016
Juliana Manara, gerçek hayattan fikirleri yakalıyor ve onları fantezilere dönüştürüyor. Farklı kameraların formatlarını, rüya benzeri senaryolar ve küçük karakterlerle bu eşsiz fotoğraf montajı ve fazlası olarak değerlendirelebilecek işlerinin ana detaylarını oluşturuyor.
Sanatsal pratiğinizden bahsedebilir misiniz? Son işlerinizde ölçek etrafında belli oyunlara değiniyorsunuz. Ölçeğin bu yanı nasıl gün yüzüne çıkıyor?
Bu sürreal ve şakacı görselleri yaratmak için ufak karakterlerle oynamayı ve fotoğrafı temel araç olarak kullanmayı seviyorum. Ufak özellikler bizi temsil ediyor; varlığı, insanı, insan ve onun doğayla olan tüm ilişkisini, çevremizdeki hayvanları ve nesneleri. Bu karakterleri yaratırken 19-20. Yüzyıllar arası yaşamış portekizli bir şair olan Fernando Pessoa’dan etkilendim. 13-14 yaşlarındayken onu okurdum. Bunun benim işlerimde bir şekilde etkili olduğuna inanıyorum. Fotoğraf montajlarıyla çalışıyorum. Böylece süreç, senaryo dediğimiz ilk ve en önemli fotoğraf karesiyle ya da stüdyo ve özel mekanlarda çekilmiş manzaralarla başlamış oluyor. Sonra fikirlerin ve hislerin taslağını çıkarırım ve görsellere küçük karakterler eklemeye başlarım. Bu bazen eğlenceli ve gülünç olur ama bazen de kendi jenerasyonumuzda yüzleştiğimiz meselelere değinirim. Son işlerim ufak karakterlerle doludur ve geniş ölçektedir. Ama bu şekilde yaratmamda hiçbir amaç yoktur. Hepsi senaryolarla oynamaya hazır olduklarında ne hissettiğimle ilişkilidir. The Circus üzerinde çalışırken mutluydum ve sevdiğim insanların hepsinin çevremde olmasını diliyordum. Bu yüzden tüm bulutları güzel şeyler yapan ve eğlenen mutlu insanlarla doldurdum. Secret Gardeners’da da aynısı oldu. Ama bu büyük bahçenin gerçekten hazır olduğunu gördüğümde, doğada yaşayan ufak canlılar üzerine düşünmeyi durduramadım. Bu yüzden bu çevreyi anlatan ufak karakterlerle doldurdum.
Hiç Brezilya’da bir çalışmanız oldu mu? Brezilya’daki baskı işlerine bakış açısıyla Londra’daki üretim sürecine bakışı karşılaştırabilir misiniz?
2010’dan beri Londra’da yaşıyorum ama Paris’te fotoğraf üzerine yüksek lisans yapmadan bir yıl önce Brezilya’dan ayrıldım. Ben Brezilya’dayken, Sao Paulo’da -kendi memleketim- pek çok iş ürettim ama halka açmadım. Bir sanatçı olarak kariyerim Londra’da meydana geldi ve gelişti, şimdi yaşadığım yer de Londra. Ünlü sanatçılarla yoğun bir çalışmanın ardından kendi stüdyomu kurdum ve işlerimi daha niş bir kitleye sundum. Brezilya ile sanatsal ilişkim hepsinden sonra oldu. Bu yüzden iki yeri karşılaştırmak zor. Brezilya’da hükümet bunalımda, sanatseverlerin daha güçlü olmaya başladığını hissediyorum. Ayrıca sanata ayrılmış Sp-Art, Art-Rio ve birlikte çalışan güncel galeriler gibi çok sayıda alan ve etkinlik var. Brezilyalı koleksiyonerlerim var ve Sao Paula’daki gelecek sergi için büyük bir projemiz var, çok heyecanlıyım.
Ayrıca, baskılarınızda renklerin fikri değişiyor, bu değişim nasıl meydana geliyor?
Fotoğrafı sanatsal bir biçimde açıklamadan önce, önceden bir çok portre ve belgesel işler yaptım. En çok siyah beyaz ya da eski film fotoğrafları kullanırdım. Yani dijital ortamda fotoğrafçılığı öğrenmem sadece başlangıçtı. Böylece negatifleri nasıl genişletebileceğimi öğrenme şansım oldu ve karanlık odalardaki fotoğrafları geliştirdim - o zamanlar denemelerimin çoğu siyah beyazdı. Güzel sanatlar fotoğrafçılığına geçişim gençken yaptığım bu eski işlerin etkilerinin bir sonucu. Tek renkli baskılara bayılıyorum. Renklerin anlam ve etkileri de hoşuma gidiyor ama resimlerimde onları nasıl kullanacağımı henüz bilmiyorum. Bu ilk renkli parça doğayla ve özgürlükle ilgili. Bu yüzden bu sanat eserini renksiz düşünemiyorum. Ondan sonra renkleri işlerimde daha sık kullanmaya başladım.