Röportaj: Stéphane Suisse
2014
Issız Manzaralar, Konuşulmayan Zamanlar
Ekibimizden Osman Karakülah, Mixer Editions sanatçılarından Stéphane Suisse’le sanatsal pratiği hakkında sohbet etti.
Merhabalar, bize biraz kendinden bahsedebilir misin?
41 yaşındayım. Eşim ve üç çocuğumla Fransa Lyon’da yaşıyorum. Uluslararası bir firmada sosyal medya analisti olarak çalışıyorum. Bununla birlikte ayrıca on beş yıldan uzun bir süredir fotoğrafla uğraşıyorum. Yaşamımda fotoğraf benim için bir gereklilik. Öncelikle yaratma tutkusu yüzünden ama ayrıca benim için dünyayı sorgulamak, yaşayan alanları yakalamak, hayatın anlarını tutmak demek
Bir çalışmanın siyah-beyaz ya da renkli olmasına nasıl karar veriyorsun? Her birine kişisel olarak bir anlam yüklüyor musun?
Siyah ve beyaz en çok ortaya çıkmamış mekanları yakalarken etkili oluyor. Algımızı uyandıran yeni duygular yaratıyor. Zaman, bu betimlenemeyen etken, bütün klişelere imzasını atarak ekleniyor. Akan suya şekil veriyor, bulutları açıyor, boşluğu aydınlatıyor, ışığı yüceltiyor, manzaraları dönüştürüyor. Renk sonradan ortaya çıkıyor, çünkü dünya renkli… Sanırım, esas olarak su manzaralarında boyanın oluşturduğu hissi yeniden oluşturmak istediğim için. Aynı yaklaşımı hem mimaride hem şehir manzarasında koruyorum; esas nokta benim algım ve iletişim kurma isteğim.
İşlerine baktığımda, özellikle Crossroads ve Face to Face, diğerleriyle arasında bariz bir fark var. Bunun nedeni nedir?
Evet, Crossroads ve Face to Face daha yeni fotoğraflar ve Lyon’un daha modern bir bölümünde çekildiler. Yeni bir şeyin doğduğu, yeni bir banliyönün, yeni bir yaşama biçiminin oluştuğu hissine kapıldım. İlk kez kafamızı kaldırıp bu yeni anı algıladık. Bu bölgenin fotoğraflarını çekerken çok sezgisel yaklaştım. En iyi açıyı, pozu, ışığı çok düşünmedim. Çünkü bu binalar gerçekten yaşıyor.
Fotoğrafladığın nesneler kendi içsel anlamlarını koruyorlar mı; yoksa sen onlara yeni anlamlar mı yüklemeye çalışıyorsun?
İkisi de diyebilirim ancak hikayenin özü var olan nesnenin ya da manzaranın kendi doğallığı içindeki durumunu vurgulamak. Orada duruyorlar ve biz onların çok nadiren farkına varıyoruz. Bizim hikayemizin, kim olduğumuzun parçasılar. Bu yüzden çalışmalarımda çok az insan kullanıyorum. Nesnelere bir devamlılık sağlamak için.
Bir izleyici olarak bitmiş bir işin arkasındaki sürece tanıklık edemiyoruz. Fotoğrafı çekmeden önce neler deneyimliyorsun? Başlamadan önce kafanda her şey bir şekil alıyor mu?
Temelde neyi çekmek istediğimi biliyorum. Gittiğim anda hangi noktayı ve bölgeyi kullanacağımın farkında oluyorum. Yaratma sürecini hayal gücüme bırakıyorum. Zihinsel olarak sonucu düşünüyorum ve farklı ayarlar deniyorum. Elbette, aynı fotoğrafla pek çok kez çalışabilirim ya da sonuçtan yeterince tatmin olmadıysam sonradan geri dönebilirim. Ayrıca kendime geniş bir serbestlikle hareket alanı bırakıyorum çünkü sonucun beni şaşırtmasını seviyorum. Sıklıkla en iyi fotoğraflarım böyle… Yani önceden düşünüp sezgisel hareket ediyorum.
Senin için hangisi daha çok zaman alıyor; mükemmel anı yakalamak mı yoksa stüdyoda düzenlemek mi?
Kesinlikle alanda daha çok zaman harcıyorum. O kadar çok fotoğraf çekmiyorum ama yine de en iyi yerleri ve açıları aramak için dışarıda olmayı seviyorum. Dijital olarak düzenlemek elbette önemli bir süreç. Ama işin şiirsel kısmı teknik düzenlemelerden ziyade fotoğrafın arkasındaki hikaye.
Mixer’in sanatı daha erişebilir kılma misyonuyla ilgili ne düşünüyorsun?
Sanatı herkese elverişli kılmak iyi bir nokta ancak piyasanın kaliteden ziyade popüler olanı tercih etmemesine dikkat etmek gerekiyor.
Fotoğraf sanatçısı olmak isteyenlere söylemek istediğin bir şeyler var mı?
Evet. Dışarı çıkın ve dünyayı fotoğraflayın. Yaratıcı düşünüp farklı şeyler üretin. Akımları, popüler olanı unutun. Fotoğrafın geleceği için vizyonu olan rehberlere ihtiyacımız var.
Bu röportaj Mixer Aylık dergisinin Mart-Nisan 2014 tarihli sayısında yayınlanmıştır.