Servet Turan - Yürüyenler

EN

Gelecek yıl Kudüs’te

“Bu evde, yabancı olmanın zor olduğunu öğreneceksiniz. Aynı zamanda yabancı olmaktan kurtulmanın kolay olmadığını da öğreneceksiniz. Kendi ülkenizi özlerseniz, burada her gün onu özlemek için daha çok neden bulacaksınız; ama onu unutmayı ve yerinizi sevmeyi başarırsanız, sizi kendi ülkenize göndereceğiz ve orada, bir kez daha yersiz yurtsuz olacağınızdan, yeni bir sürgüne başlayacaksınız.”

(Maurice Blanchot, Sonradan Sonsuz Yineleme1)


Her gün bir yerlere gideriz. Bir adım öne atıp, bizleri götürecek itkiyi gerçekleştiririz. Sanırım gitmek eylemi her dilde aynı ifadeye karşılık gelir. Mesela her sabah işe gitmek veya okula gitmek için evden ayrılır, vakit gelince de tekrar evimize döneriz. Bu çoğunlukla kendi isteğimizle gerçekleşse de bazen zorunlu diyebileceğimiz nedenler de pekâlâ var olabilir. Bugün birer hayalet gibi aramızda dolaşan milyonlarca Suriyeli göçmenin vatanını terk etmek zorunda kalarak dünyanın dört bir yanına dağıldığına şahit oluyoruz. Neden ayrıldıklarını tam olarak bilmeden belki de gözü yaşlı bir şekilde, sadece yaşam alanı bulmak veya henüz gerçekliği idrak edemeyecek yaşta olan çocuklarına yeni bir barınak bulmak amacıyla oradan gitmişlerdir. Hatta gittikleri yerde kendilerini bir bitkiye benzeterek yeni vatanlarına kök saldıklarını düşünürler.

Gitmek fiilini sadece konum değiştirme halleri için kullanmayız. “Çocukları bilirsiniz, hiçbir zaman ergen olunmaz ama çocukluk halini başka yere gitmek için, başka bir şey olmak için bırakmak istediğimiz an gelir.”2 Jean-Luc Nancy’nin işaret ettiği gibi eğer bir yer kabul edersek, hepimiz çocukluktan ayrılıp ergen ve yetişkin olmaya doğru yola çıkarız. Peki ama gitmek her gün yaptığımız bir şeyken, henüz gitmediğimiz o tuhaf memleketten kaptığımız tedirginlik hastalığını neden arkamızda bırakamayız bir türlü? Bir adım öne atıp bir an olsun düşünürüz. “Yürüyenler”in hepsi bir adım öne atmaz mı? Sırtımızı ayrılacağımız yere verip gideriz. Yüzümüz hiçbir zaman ayrıldığımız tarafa doğru değildir. Bu garip ve anlaşılmaz his, bizleri ayrıldığımız yere sabitleyen tedirginlik neden oluşur? Çünkü gitmekle birlikte arkamızda bir parçamızı bırakırız. Bu ise beraberinde bölünmeyi de getirir.3 Bir seyahate çıktığımızda arkamızda sevdiğimiz bir arkadaşımızı, sevgilimizi veya bize yoldaşlık yapan bir hayvanımızı bırakırız. Bu bölünme ayrıldığımız yer ile gittiğimiz yer arasında olsa da aslında kendimiz de bölünürüz. Geride kendimizden parçalar bırakmak zorunda kalır ama aynı zamanda bir parçamızı beraberinde gideceğimiz yere götürürüz. Götürmek zorundayız yoksa bu bir ayrılış olmayacaktır.

Bu müphem tedirginlik sadece bölünmekten kaynaklanmıyor. Hep “bir yere” gideriz. O var olmayan ülke. Bu yere dair pek bir fikrimizin olmaması burada neyle karşılaşacağımıza dair bizi arafta bırakır. Adeta karanlık bir kuyuya düşmek gibi. Yürüyenler”in tedirginliği ise bir parçasının hep insan olmasından kaynaklıdır. Çünkü hayvanlar için tam anlamıyla gitmekten bahsedemeyiz. Gitmek için ayrılacağın bir yerin olması gerekir ama hayvanların öyle sabit bir konumu olduğunu söylemek pek mümkün değil. Yaşamlarını idame ettirdikleri bir yerden öte habitatları var dır. Hep bildikleri bir yer e giderler.

‘‘Gitmek daima aşina olanın [bir] parçasını; yabancı olan, aşina olmayan ve önceden kesinlikle bilmediğimiz bir parça için, bir yer için, yaşamın bir parçası için terk etmektir.”4 Yabancı bir yere gitmek bizleri tedirgin etse de nihayetinde oraya varırız. Vardığımız an en ilkel dürtülerimizi harekete geçirip etrafı koklamaya başlarız ilkin; bu bir yeni evse eşyalara dokunmaya çalışırız ama yabancılık korkusu daha fazla ileri gitmemize izin vermez. Biraz zaman tanımak isteriz. Bir yere vardığımız doğrudur ama gerçekten “bir yere” varmak mümkün müdür? Artık bölünemeyecek veya değiştirilemeyecek bir hale gelmek; başka yere gitmeyen biri olmak mümkün müdür? Belki bu varışın ölüm olduğunu düşünebiliriz. Pek çok inanışta ölümün son yolculuk olarak tasvir edilmesiyle birlikte ölen kişi için dönüşü olmayan bir yere gittiğini söyleriz. Varılan yer ölüler diyarı da olsa arkasında kalanlar olarak sevdiklerimize hala seslenmeye devam ederiz. Ölen kişinin anıları hala bizimledir yani ayrıldığı yerde kalmıştır.

Odysseus’un binbir badireler atlattığı ama sürekli ertelenen dönüşünün anlatıldığı Odysseia tam olarak bir varamamanın hikayesidir. Neredeyse on yıl süren Troya savaşının ardından silah arkadaşlarının pek çoğu evine dönebilmişken, Poseidon’u kızdıran kurnaz Odysseus’un, çok özlediği İthaka’ya dönmesi bir on yıl daha alacaktır. “Odysseus sonunda oradadır ama aslında hiç de orada değildir; her şey başka bir biçimde, başka bir idededir.”5 Hem kendisi çok değişmiş, onu tanıyabilen sadece köpeği Argos olmuş, hem de vatanı onun için tanınmaz bir hale gelmiştir. Hatta İthaka’ya vardığının farkına bile varmaz. Ne karısı ne oğlu ne de babası onu tanıyabilmiştir. “Dönüşüme inanmıyorlar mı artık”6 diyerek tanrılara yalvarır. Kurnaz Odysseus’un kim olduğu bir şekilde anlaşılır ama tekrar yola çıkmak zorunda kalacaktır. Onun, karısıyla vakit geçirebilmesi için tanrılar şafağı geciktirip geceyi uzatsalar da, nihayetinde vatanında sadece bir gece kalabilmiştir. Homeros’un yazmadığı ama bizim tahmin edebileceğimiz, tıpkı Maurice Blanchot’un bahsettiği gibi yeni bir sürgüne gidecektir.

Benzer bir hikâyeye Vergilius’in Aeneas’ında da karşılaşırız. Troya yıkıldığı için Aeneas, sırtında vatanını taşıyarak tanrılar tarafından vadedilen topraklar olan İtalya’ya yolculuk eder. İtalya’ya varacaktır ama bunun bedeli kendi ana dilini terk edip Latinceye mahkûm olmaktır . “Kendi öldü, bırak ölsün adı da

Troya’nın.”7 der dindar Aeneas’a kin tutmuş tanrıça Juno. Bu ne sadece Odysseus’un ne de Aeneas’ın kaderidir. Gitmek her halükârda vadedilen topraklara doğru yola çıkmaktır zaten.

Ne olduğu ve neresi olduğu belirsiz yabancı bir yer. En önemlisi ise buraya varmanın imkansızlığıdır. Her Hamursuz Bayramı’nda Yahudilerin birbirlerine söz verdiği gibi:“Gelecek yıl Kudüs’te”.



1Maurice Blanchot, Sonradan Sonsuz Yineleme, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 1999, s.37

2 Jean-Luc Nancy, Gitmek/Yola Çıkış, Monokl Yayınları, İstanbul, 2012, s.17 3 A.g.e. sf.18

3Ibid p.18

4Ibid p.22

5Barbara Cassin, Nostalgia, Kolektif Kitap, Istanbul, 2018, sf.31