Yürüme Mesafesi
Yürümek medeniyetin ilk kıvılcımını başlatan, ilk insanı var olduğu yerden doğrultup tüm dünyaya yayılmasına sebep olandır. Sabırla kurulan kadim dünyanın, insanlık tarihinin en eski eylemi olan yürümek aynı zamanda politik bir eylemdir. Değişimi, değişime olan isteği simgeler. İyi ve kötüdür, doğru ya da yanlış. İstekle veya zorla yaptırılır. Ya seyyah olursun ya da “kutsal bedenler”den biri. (1)
Yürüyüşü bir yaşam biçimi ve varoluş hali olarak tanımlayan düşünürler aynı zamanda en büyük eserlerinin temellerini yürürken atmışlardır. Yürümenin yol açtığı en önemli şey ise yazmaktan çok insanın kendisiyle konuşmasını sağlamaktır. Sokrates’e dayanan diyaloji, gerçek anlamda yürürken ortaya çıktığı için Nietzsche dahil konuşur gibi yazar. Yürürken özgürleşir insan, arınır. Zaman ile mekan arasındaki sıkışmışlığı aşmanın en iyi yoludur. Yürümek doğada kaybolmak değildir. Bir bütün haline gelmektir. Thoreau, “aşktan, paradan, şöhretten ziyade hakikati verin bana” demiştir. Aradığı bu hakikati ise doğada bulmuştur. Ona hükmederek değil onunla birlik olarak yapmıştır. Bu birlikteliğin en büyük göstergesi yürüyüşleridir. Toprakla geçen zaman insanı gerçekle yüz yüze getirir. Breton bir yazısında “toprağa basan ayak, önüne çıkan her şeyi acımasızca ezen ve geçtiği yerde yara izi bırakan araba lastiği gibi saldırgan değildir” diyerek insanın doğayla ve doğal olanla yakınlaşmasını, bireyi yapaylıktan uzak, tevazu sahibi biri haline döndüreceğinden bahseder. (2)
Sergide yer alan sanatçılar, yürüme eylemini üretim süreçlerinin bir parçası olarak değerlendirip, kendi sanat pratikleri doğrultusunda yorumluyorlar.
(1)Agamben, G. (2001). Kutsal İnsan, Egemen İktidar ve Çıplak Hayat. (İ. Türkmen, Çev.). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
(2)Durna,T.(2018), Yürümek Politik Bir İştir, İstanbul, Moment Dergi.
Ahmet Duru’nun “güzergah serisi”ne ait eserleri, yaptığı günübirlik yürüyüşler sonucunda elde ettiği fotoğraflardan ortaya çıkmaktadır. Duru, kent ile yakın doğa arasında yaptığı yürüyüşlerde, insanların yarattığı alternatif güzergahlara odaklanıyor. Chuang Tzu’nun söylediği “yol yürüdükçe oluşur” sözünü merkez noktasına alan sanatçı, insanların devamlı yürüdüğü ve iz bıraktığı ara geçitlerden farklı yolları keşfederek doğanın görünmeyen tarafını izleyiciye sunuyor.
Doğu Özgün, toplumsal cinsiyet rollerinin reddedilmesine vurgu yaptığı “aynasız kıyı” isimli eserle sergiye eşlik ediyor. Eserleri, toplumsal normların olduğu gibi kabul edilmesine ve bu normların devamlılığına karşı bir başkaldırı niteliği taşımaktadır. Sanatçının kendi hayatında kat ettiği düşünsel mesafe, tabloya eklenen son renkle birlikte bir “yürüme mesafesi” kadar kolay aşılan bir ölçeğe dönüşmüştür. Silindir form ile izleyicinin tuvali etrafında yürüyerek deneyimlemesini hedefleyen Özgün, bu yapının kapak kısmını ise hayatın getirdiği olumsuzlukların çıkış noktası olarak tasarlamıştır.
Emre Baykal, İçsel kalabalığın yalnızlıkla çatıştığı, kendini/kendi yerini ararken kendinden/yerleşikliğinden uzaklaştığın, bulduğunu zannettiğin yerde kaybolduğun, ne zaman biteceğini bitmeden bilemeyeceğin, yolda olduğunu bilmeksizin çıkılan, yeniden doğmalara, keşfedilmelere, yüzleşmelere, karşılaşmalara, açık; içimize doğru kıvrılan tekinsiz ve ıssız yollarda hiçliğin sonuna rehbersiz, rotasız, varışsız düşsel bir yolculuk. Bu yolculuk; varma/bulma değil, bir arama sürecidir. Her varılan yer (yeniden) yeni bir yola çıkış, her bulunan şey ise sanıdır. Yolculuk ‘arayış’tır.
Antropolojik olarak incelendiğinde insanın ilk devrimlerinden olan yürüme eylemi ve iki ayak üzerinde durmak, elleri ve yüzü özgür kılarak görsel ve dokunsal duyularımızın kapasitesini artırıyor. Ozan Atalan’ın enstalasyonu, bu evrimsel süreç içinde uzun bir yürüyüş sonrasında geldiğimiz dijital çağın teknolojisi ile yaşamın temel bir elementi olan toprağın bir arada var olduğu bir gerçeklik alanı oluşturuyor. Sanatçı, dijital representasyon ile toprağın materyal gerçekliğini yürüme eylemine bağlayarak, dijital teknolojilerin fiziksel gerçeklik algımızı olumsuz yönde etkilemesini ve gerçeklik hissinin yitimine yol açma ihtimalini sorguluyor.
Umut Toros’a ait “fermata” isimli suluboya serisi, sanatçının yaptığı yolculuklar esnasında doğada dikkatini çeken görüntülerin soyutlanmış hallerinden oluşmaktadır. Kat edilen mesafeden çok o eylemi gerçekleştirmenin daha önemli olduğuna inanan sanatçı, yolculuğu esnasında bu ikilemi sorgulamaktadır.